Genel, Gezi, Tarih

Kayseri’nin Manevi Merkezi: Cami-i Kebir’in 800 Yıllık Hikayesi

Kayseri‘nin hareketli çarşısının tam ortasında, zamanın akışına meydan okuyan heybetli bir yapı yükselir: Cami-i Kebir, ya da halkın dilindeki adıyla Ulu Cami… Burası sadece bir ibadethane değil, aynı zamanda şehrin hafızası, Danişmendli ve Selçuklu medeniyetlerinin taşa kazınmış bir mührüdür. Gelin, bu kadim yapının kapılarından içeri girelim ve asırlardır duvarlarında biriken hikayelere kulak verelim.

Tarihin Derinliklerinden Gelen Bir Miras

Cami-i Kebir’in temelleri, Anadolu’nun Türkleşmesinde büyük rol oynayan Danişmendli Beyliği dönemine, 1135 yılına kadar uzanır. Danişmendli Hükümdarı Melik Mehmet Gazi tarafından inşa ettirilen bu eser, Kayseri’nin en eski camilerinden biri olma unvanını taşır. Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alaeddin Keykubat döneminde, 1205-1206 yıllarında yapılan önemli eklemeler ve onarımlarla bugünkü görkemli yapısına kavuşmuştur. Bu özelliğiyle hem Danişmendli sadeliğini hem de Selçuklu estetiğini bir arada barındıran eşsiz bir mimariye sahiptir.

Mimarinin Fısıltıları: Neler Görmelisiniz?

Ulu Cami’ye adım attığınızda sizi sadece manevi bir atmosfer değil, aynı zamanda göz alıcı mimari detaylar karşılar.

  • Tuğla Minare: Caminin en dikkat çekici unsurlarından biri, avlunun ortasında yükselen tuğla minaresidir. Selçuklu mimarisinin karakteristik özelliklerini taşıyan bu minare, üzerindeki çini mozaik kalıntılarıyla geçmişin zarafetini günümüze fısıldar. Minarenin şerefesinin altındaki firuze renkli çiniler, güneş vurduğunda adeta parıldar.
  • Sade ve Heybetli İç Mekan: Caminin içi, dışı kadar gösterişli değildir. Bu sadelik, mekanı daha huzurlu ve ruhani kılar. Geniş ve yüksek tavanı destekleyen kalın payeler (sütunlar), insana hem güven hem de hayranlık duygusu verir. Mihrabı ve minberi, Selçuklu taş ve ahşap işçiliğinin sade fakat etkileyici örneklerindendir.
  • Avludaki Şadırvan ve Tarihi Çınar: Caminin avlusu, şehrin karmaşasından bir anlığına uzaklaşmak için mükemmel bir sığınaktır. Ortadaki şadırvanın su sesi ve gölgesinde asırlardır duran tarihi çınar ağacı, ziyaretçilere huzurlu bir dinlenme imkanı sunar.

Yedi Tuğlanın Hikayesi

Ulu Cami’nin inşası ile ilgili bir söylence vardır. Bu söylenceye göre;

Melik Mehmet Gazi, camiyi yaptırırken ustalarına kimseden yardım almamalarını, caminin tamamen kendi hayrı olacağını söylemiştir.

Cami inşaatına gelen yaşlı bir kadın, dul olduğunu belirterek, yanında getirdiği 7 tuğlanın da kendi hayrı olarak caminin duvarına konulmasını ister. Caminin ustabaşı, yaşlı kadının bu isteğini, Melik Mehmet Gazi’nin emri olduğunu hatırlatarak kabul etmez. Ertesi gün cami inşaatını gezmeye gelen Melik Mehmet Gazi, ustabaşını çağırarak gece sabaha kadar uyuyamadığını belirterek “Gece rüyama girdiler. Yaşlı bir kadını üzdüğünüzü, getirdiği tuğlaları kullanmazsanız caminin ömrünün de tuğla sayısı kadar kısa ömürlü olacağını söylediler” der. Ustabaşının olayı anlatması üzerine, Melik Mehmet Gazi, yaşlı kadının bulunmasını emreder. Şehre dağılan görevliler, uzun bir araştırmadan sonra evinin önünde 7 adet tuğla bulunan yaşlı kadını alıp cami inşaatına getirler. Yaşlı kadının elini öpen Melik Mehmet Gazi, “Anne, bizim kararımız seni üzmek için değil. Biz halk fakir olduğu için, onların zorda kalmalarını önlemek için bağış kabul etmedik. Senin getirdiğin tuğlaları caminin en güzel yerine koyacağız” der ve tuğlalar uygun bir yere konulur.

Ulu Cami’nin doğu bölümünde, kesme yonu taşlarıyla yapılan duvarın üstünde halen 7 adet tuğla vardır. Ve bu söylenceye kaynak olmuştur.